Epey uzun zamandır 2.Abdülhamit üzerine süregelen tartışmalar var.
Ve bu tartışmalardan yola çıkarak, Türkiye sağında çok güçlü bir Abdülhamit saplantısı olduğunu söylemek abartılı olmasa gerek.
Zira “Cennet mekan Abdülhamit Han” figürü sağın zihin dünyasında epey yüksek bir popülariteye sahip. Başka bir deyişle, Abdülhamit Türkiye sağı için raytingi bir hayli fazla bir hükümdar ve tahtta kaldığı 33 senelik zaman dilimi (1876-1909) üzerine de bolca yazılıyor çiziliyor.
Üstelik süregelen bu tartışmaların sonucunda “Abdülhamitçilik” olarak adlandırılan, yanlışlarla dolu, neresinden tutsanız elinizde kalacak bir tarih yazımı meydana geldi. Hatta bunu geçim kapısı yapan bazı insanlar ortaya çıktı. Yani iş düpedüz ticarete dökülmüş vaziyette. Ve bu Abdülhamit tüccarları tüm mesailerini, hükümdarlığı döneminde Osmanlı’nın hiç toprak kaybetmediği yönündeki gerçek dışı iddialarla desteklenerek yaratılmış olan Abdülhamit efsanesini daha da güçlendirebilmek için harcıyorlar adeta.
Kalemler bunun için oynatılıyor, yazılan çizilen her ne varsa bu sonuca bağlanıyor…
Peki neden?
Bu cansiparane gayretin temelinde ne var, hiç düşündünüz mü?
Yani neye, kime karşı yaratıldı bu Abdülhamit efsanesi?
***
2.Abdülhamit 40’lı yıllarla beraber Türkiye İslamcılığının zihin dünyasında yükselen bir kavram haline gelmeye başlıyor.
Bunun bir nedeni de, söz konusu dönemde yükselmeye başlayan Filistin sorunu ve Müslüman dünyasının uğradığı büyük manipülasyona şahitlik eden kesimlerde nükseden mazi özlemi. Günden düne sekülerleşmekte olan sosyal hayat içerisinde tutunacak bir dala, yenilmişliğin verdiği can havliyle ipine sarılınacak bir figüre duyulan ihtiyaç.
İşte bu yüzden, Necip Fazıl’ın, “Abdülhamit’i anlamak herşeyi anlamaktır” sözü çok manidar geliyor insana.
Zira bu sözler; Türkiye sağı üzerinde inkar edilemez bir tesiri olan şairin, sistem karşıtı kesimlere işaret ettiği figürünün Abdülhamit olduğunu gösteriyor bize.
Kendilerine bir kimlik edinmeye çalışan grupların, Kemalizmin anti-tezi olarak yakın tarihten çekip çıkardıkları bir model olarak çıkıyor Abdülhamit karşımıza. Ve özellikle Milli Şef dönemindeki basit bazı muhalefet hareketlerinin doğurduğu ağır sonuçları hazmedemeyen sağ düşünce açısından bir direnç mekanizması haline geliyor.
İşte bu yüzden, Necip Fazıl “Ulu Hakan İkinci Abdülhamit Han” adlı eserinde Abdülhamit’e yönelik eleştirilere cevap verirken, kendine bir türlü yer edinemediği cumhuriyet rejimiyle olan münakaşasını yansıtıyor aslında sayfalara. Ve “Başımıza kulak istiyoruz” diyerek, Büyük Doğu dergisine büyük bir kulak fotoğrafı çeken şairin İnönü’ye duyduğu öfkenin yansımalarını bu eserde kolayca görmek mümkün.
Cemaatlar, öğrenci grupları ya da edebiyat çevreleri…
Sağ muhalefet, uğradığını düşündüğü haksızlıkların hesabını Abdülhamit üzerinden görmeye çalışmak için deyim yerindeyse bütünüyle teyakkuza geçiyor artık.
***
Ancak burada gerçekten bir tuhaflık var…
Zira Abdülhamit’in 1930’lu yıllara kadar İslam aleminde istibdatçı bir hükümdar olarak bilindiği gerçeği bir anda göz ardı ediliyor.
Oysa Mehmet Akif, şöyle seslenmiyor muydu Safahat’ta;
Çoktan beridir vardı benim bir derdim
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim
Kafes ardında hanımlar gibi Saikliydi Hamid
Al-i Osman’dan bu korkaklık edilmezdi ümid [s. 415]
Türkiye İslamcılığı için büyük önemi haiz olan Akif’in bu mısraları da çok manidar değil mi;
Düşürdün milletin en kahraman evladını yeise
Ne melunsun ki rahmetler okuttun ruh-u iblise [s.320]
Peki ya Abdülhamit döneminde yaşamış meşhur Şair Eşref’in bu mısraları;
Ey padisah-i alem, düsman mısın zekaya?
Erbab-i iktidarı gördün mü saldırırsın;
Asrında kaldı millet üstadsız, kitabsız,
Havf eylerim yakında Kuran‘i kaldırırsın.
121. ölüm yıldönümü vesilesiyle geçtiğimiz günlerde kabri başında anılan büyük şair Namık Kemal’in “Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet… Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten” dizelerini bilmeyen pek az insan vardır herhalde.
Peki ya Namık Kemal’in Abdülhamit’e olan muhalefetinin Batıcı değil aksine İslami gerekçelerle olduğunu bilen kaç kişi vardır acaba?
Osmanlı rejimine karşı ilk İslami muhalefet “Yeni Osmanlılar” yani Namık Kemal’ler, Ziya Paşa’lar döneminde başlar. Oysa bugün pek çok insan onları “Batıcı, modernist” kanat içerisinde sayıyor. Ne kadar garip öyle değil mi?
İslami muhalefetin bir diğer çok önemli siması ise Sait Halim Paşa’dır. “İslamlaşmak” adını verdiği kurtuluş reçetesi ile yakın tarihimizin en önemli “düşünen zihin” lerinden olan Sait Halim Paşa, İslam’ın sosyal ve siyasal karakterinin “Hürriyet, eşitlik ve dayanışma” olduğuna vurgu yapar. Mutlakiyetin İslam’ın ruhuna ters olduğunu savunur.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün ancak son olarak Said-i Nursi’den kısa bir alıntı yapmakta fayda var.
"Sultan Hamid’in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim. Hürriyet ilânıyla ve 31 Mart Vak’asındaki hizmetlerimle İttihad ve Terakki hükûmetinin nazar–ı dikkatini celb ettim… Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperverlik hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre "Eski Said’i gömdüm. Büsbütün âhiret ehli "Yeni Said" olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul’un Yûşâ Tepesine çekildim. Daha sonra doğduğum yer olan Bitlis ve Van tarafına giderek mağaralara kapandım… "Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım" düsturuyla kendi ruhî âlemime daldım" [Mevkuf Said Nursî, Şuâlar / On Dördüncü Şuâ – s.1080–1081]
Peki ya Abdülhamitçi Türkiye sağı, özellikle de elinden Risale-i Nur’u düşürmeyen Abdülhamitçi cemaat yapılanmaları, Meşrutiyet hareketi içerisinde yer aldığı dönemlerde Said-i Nursi’nin "Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarf et. Ta ki, bi'atın manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız'ı da mahbûb-ı kulûb eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doludur; Yıldız'ı Dârül-Fünûn gibi yap." şeklinde Abdülhamit’e nasihat ettiğini bilmiyorlar mı?
Biliyorlar veyahut bilmiyorlar…
Ancak nasıl oluyorsa oluyor ve Abdülhamit henüz düne kadar yoğun muhalefeti ile karşılaştığı İslamcı kesimlerin bir anda adeta Tanrılaştırdığı bir figür olarak çıkıyor karşımıza.
***
Bu da sistem tarafından zihinlerine bazı bilgiler kodlandığını, başka bir deyişle Türkiye sağının zihin dünyasına ’40 lı senelerde bir ayar verilmiş olabileceğini getiriyor akla.
Neden mi?
Çünkü “baş düşman” olarak gördükleri Cumhuriyet modernizminin karşısına Abdülhamit’i koyarken, tüm eleştirilerini de 2.Meşrutiyeti gerçekleştiren kadrolar üzerine yoğunlaştırıyorlar.
Burada büyük bir paradoks gizli.
Ve bu gerçekten de çok tuhaf, öyle değil mi?
Zira İttihatçılığı mutlak kötü ile eşdeğer hale getirmiş olan sisteme yönelik eleştirilerini, Abdülhamit’in karşısına koydukları İttihatçılar üzerinden yaparak büyük bir tarihsel hataya düşüyorlar.
Ve bugün kalkıp, 1920’de tasfiye edilmiş olan Karakol cemiyeti, 1921’de tasfiye edilmiş olan Enver Paşa taraftarları ve son olarak 1923’te tasfiye edilmiş olan diğer İttihatçı liderler üzerinden cumhuriyet eleştirisi yaparken nasıl bir sarmal içine düştüklerini göremiyorlar.
Yani at izini it izine karıştırdıklarının farkında değiller.
Ve bu paradoks ya da zihin bulanıklığı, Türkiye sağının kendisine biçilen rolü eşsiz biçimde yerine getirmiş olduğunu düşündürüyor zaman zaman.
--
Arşiv:
http://osmanlimodeli.blogspot.com