27 Eylül 2008 Cumartesi

Ayasofya Gerçeği: Atatürk'ün imzası taklit mi edildi?

Ayasofya Gerçeği: Atatürk'ün imzası taklit mi edildi? 

Ayasofya Camii'ni müzeye çeviren kararname çelişkilerle dolu. Atatürk imzaları birbirine uymazken kararname üzerindeki kayıt numaraları bile birbirine zıt. En ilginç konu ise kararnamede "İbadete kapatılacak" hükmünün bulunmaması. 

Ayasofya, kilise olarak kullanıldığı dokuz yüz yıl Bizans'ın sembol mabetlerinden biriydi. Osmanlı'nın fethiyle, sonrasındaki 500 yılda ibadet edilen bir cami oldu. Şimdi ise bir müze. Cumhuriyet Türkiyesi'nin belki de en fazla tartışılan konularından biri Ayasofya.

Bu tarihi mekanla ilgili yeni bir çalışma kilise, cami, müze üçlemesinde yaşanan sırları deşifre ediyor. Osmanlı Araştırmaları Vakfı tarafından hazırlanan "Üç Devir Bir Mabed: Ayasofya" isimli çalışma, belgeler ışığında Cumhuriyet döneminde muallakta kalmış konulara ışık tutuyor. Yaklaşık 10 yılda hazırlanan eserde "Nasıl müze oldu? Atatürk Ayasofya için ne düşünüyordu? Kararnamede yer alan Atatürk'ün imzası sahte miydi?" gibi soruların cevabı aranıyor.

Ayasofya'nın müze yapılmasına giden süreç, Sultan Abdülmecid döneminde Fossati tarafından yapılan restorasyonla başlıyor. Sabine Schlüter'e göre, arkeolojik yaklaşımıyla Fossati, Ayasofya'ya üçlü bir konum getirdi: Kilise, cami, tarihi anıt. Müzeleşme yolundaki bu ilk adım, Byzantine Institute of America'nın 1931'de başlayan çalışmalarıyla devam etti.

Tartışmaların asıl noktası ise Ayasofya'nın müze haline getirilmesi kararı. Özellikle Atatürk'ün bu konudaki tavrının ne olduğu en çok merak edilen konular arasında. Atatürk'ün Ayasofya ile ilgili sır kalmış görüşleri yine bir sır olarak saklanan üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın aktardığı bilgilerde saklı. Bayar, Atatürk'e Yunan Başbakanı'nın Atina'da kendisine Balkan Paktı'nı kabul edilebilmemiz için Ayasofya konusunu açtığını, "Kamuoyunu memnun edecek bir ortam doğsa, belki bundan yararlanıp bir şeyler yapılabilir." dediğini aktarıyor. Bayar, taviz isteklerini söyleyince Atatürk de ona şöyle cevap veriyor: "Az önce, Vakıflar Genel Müdürü buradaydı. Ayasofya Camii'ni tamir edecek para bulamıyorlar. Bugünkü hali ile harap ve bakımsız. Hatta mezbelelik. Ayasofya'yı müze yapsak, hem harabiyetten kurtarsak, hem Yunanlılara bir jest yapsak Balkan Paktı'nı kurtarabilir miyiz? Öyleyse yapalım." Bayar bu konuşma sonrasında, Ayasofya Camii'nin müze haline dönüştüğünü iddia ediyor.

Ayasofya Camii hakkında, Cumhuriyet dönemi boyunca çıkarılmış 5 Bakanlar Kurulu Kararı bulunuyor. Caminin tamiratı ve üzerinde araştırma yapılmasıyla ilgili kararnamelerin yanı sıra mabedin müzeye dönüştürülmesi kararnamesi de halen tartışılıyor. Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi için Ağustos 1934'te İstanbul Müzeler Müdürü Aziz Ogan başkanlığında 9 kişilik bir heyet kurulur. Heyette Tahsin Öz, Efdalettin Tekiner, Prof. Osman Ferid, Alman Prof. Erkhard Ungar gibi önemli isimler vardır. Heyet, Ayasofya'nın etrafındaki ana bina haricindeki bütün eserlerin ortadan kaldırılması ve Ayasofya'nın bir müze olarak hazır hale getirilmesi yönünde 27 Ağustos 1934 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı'na bir rapor sunar. Raporda, ibadet kısmının kapatılıp Bizans Asarı Müzesi haline getirilmesi maddesi yer alır. Sadece Alman Profesör Erkhard Ungar, mabet kısmının aynen açık kalması gerektiği yönünde ısrar eder.

İbadet kısmının kapatılmasına razı olmaz!

Heyetin önerisi aynen uygulanır. Caminin etrafındaki yapıların yıkılması için Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden yardım istenir. Ancak müdürlük, "Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi üzerinde söz söylemeyi Evkaf Umum Müdürlüğü salahiyeti dışında bulur." şeklinde cevap verir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı'nın tapu kaydını isteme teklifini de geri çevirir. İstimlak edilen yerlerle caminin ve hariminin bir parselde toplanarak tapu kaydının hazine adına tashih ve tescili istenmişse de Vakıflar, kanunun buna mani olduğundan bahisle teklifi reddeder.

Vakıfların kendi alanında göstermiş olduğu hassasiyeti Atatürk'ün başka bir alanda gösterdiği ortaya çıkıyor. Atatürk, mabedin müze olmasını istemişse de ibadet kısmının müzeyi dönüştürülmesine razı olmaz, hatta bundan rahatsızlık duyar. Gazeteci Ziyad Ebuzziya bu gerçeği şöyle anlatıyor: "Ayasofya işini inceleyen komisyonun cami kısmını da müzeye çevirmek teklifinde bulunduğu Bab-ı Ali'de duyulmuştu. Komisyon'un bu yersiz ve üzücü düşüncesinin, hükümetçe ne dereceye kadar benimsendiğini öğrenmek üzere Velid Bey, beni Maarif Vekili ve Dahilliye Vekiline gönderdi. Abidin Özmen Bey'i (Maarif Vekili) ziyaret ederek Ayasofya hakkında, vekaletinin tasavvurlarını sordum. Rahmetli Ayasofya'nın ibadete kapatılmasının söz konusu olup olmadığını sorunca, irkildi ve 'İbadete kapatmak mı? Komisyon çizmeyi aştı. Böyle münasebetsizlik olur mu hiç? Ayasofya camidir, aynı zamanda da müze olacaktır. Maksat budur.' dedi. Vekilin bu sarih teminatına rağmen endişeliydim. Kendisi Atatürk'ün yakını değildi. Buna mukabil, o sırada dahiliye vekili olan Şükrü Kaya Bey ise, Atatürk'ün yakınıydı. Kendisine gittim. Aynı suali sordum. Rahmetli Şükrü Kaya Bey de 'Kesinlikle söz konusu değil.' dedi ve ilave etti: 'İbadet bölümünü Bizans müzesi yapmak fikrine Atatürk fena halde kızdı.' dedi." Ziyad Ebuzziya, Maarif Vekili'nin Başvekalet'e gönderdiği 14 Kasım 1934 tarihli tezkirede yer alan "eşsiz bir mimarlık sanat abidesi olan İstanbul'daki Ayasofya Camii'nin tarihi vaziyeti itibariyle müzeye çevrilmesinin bütün şark âlemini sevindireceği..." ifadesinin, Ayasofya'nın ibadet kısmının kapatılmayacağını açıkça göstermekte olduğunu ifade ediyor. 

Ancak Dönemin Maarif Vekili Abidin Özmen'in Başbakanlığa gönderdiği bir teklif yazısı Ebuziyya'nın görüşleriyle çelişiyor. Özmen Başvekalete yazdığı teklif yazısında, "Ayasofya, müzeye çevrildiği takdirde İstanbul'un turistik değeri bir kat daha artacaktır. Ayasofya'da namaz kılanlar pek yakınındaki büyük küçük birçok camide dini vazifelerini yapabileceklerdir." ifadesi yer alıyor. Ve Ayasofya 24 Kasım 1934'te Bakanlar Kurulu Kararı ile resmen müzeye çevriliyor.

Ancak, kararnamenin fiziki özellikleri ve kararnamede yer alan Atatürk imzalarındaki çelişki birçok soruyu beraberinde getiriyor. Kararnamenin birinci sayfasında Kararlar Müdürlüğü, ikinci sayfasında Muamelat Müdürlüğü antetli kağıt kullanılmış. Bu farklılık tek başına bir şey ifade etmeyebilir. Ancak farklılığın kararname şartlarındaki diğer tutarsızlıklarla birlikte görülmesi, kararname üzerindeki şüpheyi artırıyor. Bu kararname, 24 Kasım 1934 tarihli ve 1589 sayılı. Halbuki 22 Kasım 1934'te çıkan en son kararname numarası 1590-1606 arasında. Ayasofya kararnamesi bu tarihten iki gün sonra çıkarılmış görünüyor. Dolayısıyla kararnamenin numarası 1606 sayısını takip eden bir sayı olması gerekiyor. Halbuki kararnamenin numarası, tarihi sonra; sayı numarası ise daha önceki tarihlere ait. Üstelik daha önceki ve sonraki tarihlerde de bu sayılı bir Ayasofya kararnamesi bulunmuyor. 24 Kasım 1934'te düzenlenen kararnameler 1613 ve 1614 numaralı. Takip eden 25 Kasım 1934 tarihinde ise bir kararname düzenlenmemiş. Bu durum dikkate alınırsa Ayasofya Kararnamesi muteber değil görüşü ağırlık kazanıyor.

Atatürk'ün imzası

Bir tutarsızlık da kararname üzerinde bulunan ve Atatürk'e ait olduğu bildirilen imzayla ilgili. Atatürk'ün Soyadı Kanunu'ndan önce "Gazi Mustafa Kemal" imzasını kullandığı, Ayasofya Kararnamesi'nin de 27 Kasım 1934 tarihli Soyadı Kanunu'ndan 3 gün önce çıktığı dikkate alınırsa bu çelişki daha da artıyor. Zira Kararname'de ikinci kelimesi küçük 'a' ile başlayan bir yazı şekli ile "K.atatürk" imzası bulunuyor. Tarihçi Cemal Kutay, Atatürk'ün soyadını 26 Kasım 1934'ten sonra yani 27 Kasım'dan itibaren kullandığını belirtiyor. Reis-i Cumhur 'Gazi Mustafa Kemal'e verilen "Atatürk" soyadının kullanılması 2587 sayılı kanun gereğince 27 Kasım 1934'ten sonra mümkün. 

10 yıldır Ayasofya konusunu çalışan Yrd. Doç. Dr. Yaşar Baş, bu ayrıntının göz ardı edilmemesi gerektiğini söylüyor. Baş'a göre Atatürk hukuki olmayan bir riske düşmez. "Bu imza doğru kabul edilirse Atatürk bir gün önceki imzasının aksine, ancak Soyadı Kanunu'ndan 3 gün önce 'Atatürk' soyadını kullanmış." olur diyen Baş, "Atatürk'ün Cumhurbaşkanı olarak kanun çıkmadan önce hukuki olmayan bir riske düşme pahasına Atatürk soyadını kullanarak bir imza atmayacağı ayrıca düşünülmesi gerekiyor. Atatürk'e soyadı verilmesiyle ilgili kanuna göre de Ayasofya Kararnamesi geçerli değildir." diyor.

Atatürk'ün söz konusu kararnamesinde yer alan imzası, normal imzası ile de örtüşmüyor. Bu durum İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 30 Ocak 1997 tarihinde de sabitleniyor. İsmail Kandemir isimli bir vatandaşın başvurusu üzerine Atatürk'ün imzasını inceleyen Emniyet, bu sonuca varıyor. Ancak Atatürk'ün, müzenin açılışına bizzat katılması gerçeği de göz ardı edilmemeli.

1924 Anayasası'nın 46. maddesine göre Bakanlar Kurulu, hükümetin genel politikasından sorumlu. Bu görevi yerine getirirken kararname de çıkarabilir. Ancak 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun 52. maddesinin 1. fıkrasına göre, böyle bir kararname çıkarılabilmesi için anlaşmazlık halinde müracaat edilmesi gereken en üst mahkeme olan Danıştay'dan bu konuda görüş alınması ve Danıştay'ın mütalaasının da kararnameye eklenmesi gerekirdi. Hukukçulara göre kararname, bu şartlar açısından da eksik olduğu için geçersiz sayılıyor.

Bir diğer tartışma konusu "Ayasofya kimin?" meselesi. Ayasofya vakıf malı ve vakfiyesi de Fatih Sultan Mehmet'e ait. 19 Şubat 1936 tarihli tapu senedine göre, Türkiye Cumhuriyeti tapu kayıtlarında bu gayrimenkul 57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına "Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseyi Müştemil Ayasofya-yı Kebir Camii Şerifi" vasfı ile cami olarak tapulu. Vakıflar Genel Müdürlüğü Emlak Dairesi Arşivi'ndeki 1967 tarihli İstanbul Mazbut Hayrat Kütük Defteri'nde de bu mekan cami olarak kayıtlı bulunuyor ve sahibi Fatih Sultan Mehmet gösteriliyor. 

Yaşar Baş, bütün bu eksikliklere rağmen, Ayasofya'nın netameli bir kararnameyle müzeye dönüştürülmesinin birçok hukuk ihlaline sebep olduğunu söylüyor: "Bu uygulamalar halen mevcut olan kanunlara ve Anayasa'ya aykırıdır. Bu hukuki gerekçe bilinmesine rağmen Ayasofya halen gerçek kimliğinden uzak tutuluyor. Kaldı ki, Ayasofya ille de başka bir kişi veya müesseseye mal edilecekse, ki bu doğru bir şey değil, Fatih'in vakfiyesinde kaydedildiği gibi, ancak ve ancak onun vârisi olan kimselere verilebilir. Çünkü Fatih'in şahsi mülküdür ve halen onun üzerine tapuludur."

Girişinde Fatih Sultan Mehmet'in mührünün bulunduğu Ayasofya Vakfiyesi, 63.5 metre uzunluğunda. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nde bulunan vakfiye, 1950'de bir sergi için İngiltere'ye götürülüyor. Ancak, büyük zarar görüyor. Yırtılmış, yıpranmış halde tekrar Türkiye'ye getirilen vakfiye yaklaşık 5 metresi eksik geliyor. Kesik parçaların nerede olduğu ve kimler tarafından koparıldığı hâlâ çözülmüş değil. Türkiye'de ilgili makamların bu konuda bir araştırma ve çalışması da bulunmuyor.

Müzenin imamı var!

Ayasofya'nın müzeye çevrilmesinden sonra devam eden bazı uygulamalar da müze ile cami ikilemini gündemde tutuyor. Bu konulardan biri de, Ayasofya'ya imam atamasının tüm bu süre boyunca kesintisiz sürmesi. Ayasofya 1 Şubat 1935'te resmen müze olarak açıldığı sırada 3 imam, 7 müezzin ve 10 kayyım kadrosu bulunuyordu. Sonra bir imamla bir müezzin bırakıldı, diğer görevliler başka camilere atandı. 1950 yılına kadar imam ve müezzin kadrosu, bu tarihten sonra da yalnız imam kadrosu devam etti. Kayıtlara göre, bu tarihe kadar Evkaf Umum Müdürlüğü imamların ve müezzinlerin tayin ve azilleriyle ilgileniyor, maaşları ise vakıf gelirinden karşılanıyordu. Fatih'in Vakfiyesi ve Osmanlı'da uygulanan sisteme bağlı kalınarak görevliler hayat boyu görevde kalırdı. Bu sırada hayatta olduğunu ispatlayan maaşını almaya devam ederdi. Bu durum Ayasofya'nın imamları için de geçerliydi.

Buradan da anlaşılıyor ki, vakfiye müzeye rağmen yürürlükteydi. 1991'de, Mahmut Topbaş caminin resmi imamıydı. Ancak o sırada cami ve 1980'de ibadete açılan Hünkar Dairesi geçici olarak kapalı olduğundan mevcut imam başka camilerde vaaz etmekle görevlendirildi. Aynı yıl Hünkar Diresi ibadete açılınca imam tekrar görevine döndü. Halen Ayasofya Camii'nin bir müezzin kadrosu var ve bu müezzin aslında Ayasofya ile pek de ilgisi olmayan Hünkar Dairesi'nde görev yapıyor.

Envanterindeki kayıp parçalar nerede?

Ayasofya'nın, İstanbul'un fethinden sonra yapılan çeşitli onarım ve imarında Mimar Muslaheddin, Mimar Sinan-ı Atik, Mimar Ayas, Mimar Hayrettin ve Mimar Sinan gibi önemli Osmanlı mimarları görev aldı. Ana yapıya Fatih Sultan Mehmet tarafından medrese; I. Mahmut tarafından kütüphane, imarathane, şadırvan, sıbyan mektebi, sebil, çeşme; Abdülmecid tarafından da muvakkithane gibi önemli eserler ilave edildi. Ancak bu yapılardan günümüze sadece kütüphane ulaşabildi. İkinci dönem Ayasofya'ya ait birçok doku gibi bunlar da zamanla yok oldu. Ancak asıl önemli olan medresenin sebepsiz bir şekilde yıkılmış olması. 

Ali Kuşçu, Molla Hüsrev, Mehmet bin Feramürz gibi alimlerin müderrislik yaptığı bina Daru'l Hilafetü'l Aliye Medresesi olarak 1924'e kadar kullanıldı. Daha sonra İstanbul Belediyesi tarafından öksüzler yurdu haline getirildi. Ayasofya'nın müzeye çevrilmesinden sonra Fatih'in Medresesi bir süre daha yurt olarak kullanıldıktan sonra 1935'de çıkartılan bir kararnameyle "harap olduğu ve Ayasofya görünümünü bozduğu" gerekçesiyle Dönemin Müzeler Genel Müdürü Aziz Ogan tarafından yıktırıldı. Ogan bir mektubunda "Ayasofya gibi tarihi ve mühim bir abidenin yanında olması hasebiyle yıkılması zaruri" bulunduğunu belirtiyor. Medresenin yeri daha sonra 1980'de kazılıp bir plan hazırlandı. Ancak hazırlanan çalışma medresenin yeniden canlandırılması adına hâlâ uygulamaya konulmadı.

Ogan'ın yaklaşımı, caminin minarelerini yıkmak için de kullanıldı. Ayasofya'nın müze yapılma fikri yayılınca, Küçük Ayasofya da bu işin içine alınır ve daha sonra bir gecede minaresi yıktırılır. Aynı durum Büyük Ayasofya'nın da başına gelir; ancak istenilen olmaz. 1940'ta yapılmak istenilen yıkım halkın büyük tepkisiyle karşılaşınca vazgeçilir.

Binanın yapısı kadar, onun bir parçası haline gelen kıymetli dokular da bu sürede büyük zarar gördü ve kayıplara karıştı. Örneğin 1930'da resmi kayıtlara geçmiş iki yüz bin yazma eserin ortalıkta kaldığından söz ediliyor. Ancak bu eserlerin önemli bir kısmının günümüzde nerede olduklarına dair bir bilgi yok. Cami karakterini tamamlayan rahleler, asma kandiller, kandiller arası süsler, sakal-ı şerif, Kuran-ı Kerim çekmeceleri, halılar, yazı levhaları, sandıklı saatler, halı parçaları ve diğer eşyaların akıbeti hâlâ bilinmiyor. Oysa Sultan Abdülaziz devrine ait Ayasofya Camii envanterinde binlerce parça eserin adı geçiyor ve bu eserlerden halihazırda ancak birkaç hat levhası ve depolarda çürüyen şehzade gömlekleriyle halı parçaları bulunuyor. İşin en ilginç yanı ise Ayasofya'dan çıkıp Anadolu'daki bazı müzelere gittiği söylenen eserlerin o müzelere hiç uğramamış olması.

DOÇ. DR. SAİD ÖZTÜRK: İSTANBUL FETHEDİLMESEYDİ AYASOFYA BUGÜN OLMAYACAKTI

Ayasofya konusu çok geniş bir mesele. Bunu tam anlamıyla anlamak için geçmişten günümüze gelen tarihsel süreci iyi analiz etmek lazım. Ayasofya bir semboldür ve siyasi, sosyal bir fonksiyona sahiptir. Ayasofya üzerine yapılmış olan bu en kapsamlı çalışmadan sonra da Ayasofya yine konuşulacak üzerine yorum yapılacak bir mabettir. Biz çalışmamızda hukuki boyutunu, gördüğü tamiratları, günümüze kadarki gelişimini inceledik. Ve gördük ki Ayasofya İstanbul fethedilmeden önce çok zor günler geçirmiş, hatta ciddi bir hasara maruz kalmış. Fetihten sonra ciddi bir imara tabi tutuluyor ve günümüze kadar ulaşacak bir bakım görüyor. Şu net olarak bilinmeli ki İstanbul'un fethi Ayasofya'nın günümüze taşınmasına sebep oldu.

AYASOFYA'NIN SON YÜZYILI

- 1918 ve 1919 yıllarında Ayasofya'nın kiliseye dönüştürülmesi için Patrikhane ve kiliseler ortak karar aldı.
- Aynı tarihlerde Teşkilat-ı Mahsusa'nın dağılmasından sonra kurulan Mim-Mim Grubu'nun Eyüb kanadı kiliseye çevrilmesi halinde camiyi bombalayarak yıkma kararı alır.
- 3 Şubat 1928 tarihinde hutbeler Türkçe olarak ilk defa Ayasofya'da okunmaya başlandı.
- Thomas Whittemore Ayasofya'nın mozaiklerini onarmak ve incelemek için 1931 tarihinde resmi izin aldı. Bu kararın mabedin müzeye çevrilmesine giden sürecin başlangıcını oluşturduğu belirtiliyor.
- 18 Temmuz 1932'de ezan ilk defa Türkçe olarak Ayasofya'da okunmaya başlandı.
- 24 Kasım 1934'ta Bakanlar Kurulu Kararı ile müzeye dönüştürülmesine karar verildi.
- 1 Şubat 1935 tarihinde müzenin açılışı yapıldı.
- 24 Mart 1935'te Fatih Medresesi ortada bir sebep yokken yıktırıldı. Camiye ait binlerce önemli eser yağma edildi.
- 1940 tarihinde Küçük Ayasofya'nın minarelerinin yıkılmasından sonra Büyük Ayasofya'nın minareleri de yıkılmak istendi. Ancak tepki üzerine bundan vazgeçildi.
- İkinci Dünya Savaşı'nın çıkmasından sonra asker sevki sırasında askerlerin durak, dinlenme ve mesken ihtiyacı üzerine 1941'de askeri birliklere tahsis edildi.
- 1950 tarihinde İngiltere'ye gönderilen Fatih Vakfiyesi bir parçası çalınmış olarak geri geldi.
- 12 Mayıs 1975'te Diyarbakır milletvekili Hasan Değer Ayasofya'nın tekrar ibadete açılması için Meclis'e soru önergesi verdi.
- 1982'de Alparslan Koyunlu tarafından Fatih Medresesi'nin temelleri ortaya çıkartıldı.
- 1992 tarihinde Ayasofya'nın tekrar tamirine başlandı.
- 1 Şubat 2002'de Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin bazı üyeleri Ayasofya'nın kiliseye dönüştürülmesi için Konsey'e önerge sundu.

PROF. DR. AHMET AKGÜNDÜZ: (OSMANLI ARAŞTIRMALAR VAKFI BAŞKANI) ÖTEKİ AYASOFYA'YA DİKKAT ÇEKMEK İSTEDİK

Ayasofya çalışmaları daha çok batılılar tarafından Bizans Ayasofyası üzerine yoğunlaşmıştır. Yabancıların Ayasofya üzerine yoğun ilgileri artarak devam edince yerli araştırmacılar da hep aynı kaynaklara yöneldi. Fatih Ayasofyası neredeyse yok sayıldı. Ancak bizim çalışmamızda Bizans Ayasofyası'nın yanı sıra 527 senelik Türk hakimiyetini içeren Ayasofya da yer almaktadır. Bu zamana kadar araştırmacıların çoğu Osmanlı dönemine ait bilgi ve belge mahrumiyetini bahane edip araştırmaya yönelmediler. Örneğin Ayasofya Vakfiyesi bu zamana kadar tamamıyla tercüme edilip incelenmemişti. Halbuki, Osmanlı arşiv kaynaklarının sunduğu mebzul miktardaki doküman karşısında şaşırmamak mümkün değil. Tetkiklerimiz gösterdi ki, Osmanlı dönemi Ayasofya için beş yüz yıla yakın bir parantez içi değil, başlı başına incelenmesi ve araştırılması gereken uzun ve verimli bir dönemi oluşturmaktadır. Biz de Ayasofya'yı bir parantez olmaktan çıkarmak istedik ve umarım başarmışızdır.

Haşim Söylemez, aksiyon.com.tr

--
Arşiv:
http://sivilinisiyatif.blogspot.com
http://osmanlimodeli.blogspot.com