9 Aralık 2009 Çarşamba

İTTİHATÇI BİR ARAP AYDINININ ANILARI

İTTİHATÇI  BİR ARAP AYDINININ ANILARI
                                                                       
Bilal SÜRGEÇ
Tarih bir ilim dalıdır.  İnsanlığın hafızasıdır. Nasıl hafızasız insanın hayata tutunması mümkün değilse tarihsiz milletlerin de  hayatiyetlerini sürdürmesi zordur. Tarihin hangi türü olursa olsun ister akademik dille yazılanı, ister öğretici dille yazılanı, isterse masalımsı dille yazılanı hangisi olursa olsun amaç tarihten  ders çıkarmaktır.

Masallardan ders çıkarmak gerekir. Özellikle Televizyonların olmadığı yıllarda uzun kış gecelerinde Anadolu'da anlatılan masallar bir zamanı harcamak için değil, genelde toplumu  eğitmek için anlatılırdı. Kelile Dimne'yi okuyan hikmetli ifadeleri anlayacaktır.


Hatıra tarihe önemli bir kaynaktır. Bir özel tarihtir.  Bu yazıda ele alacağımız  hatırat. Emir Şekip Arslan’ın’dır. O, Son Osmanlı Mebusan Meclisi üyesi İttihat ve Teraki Partisi yöneticilerindendir..Klasik yayınlarda çıkan  hatıra kitabı dışında başka  değişik kaynaklarda şu bilgiler verilmektedir: “ Osmanoğulları’ndan daha fazla Osmanlı olmak isteyen” emîrü’l-beyân (belâgatın prensi) Şekip Arslan, 1869’da Lübnan’ın Şuveyfe köyünde, bir Dürzî ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası düşük dereceli bir mahalli memur idi. Arslan Ailesi, Cebel-i Lübnan’da Dürzî aşiretlerinin en şereflilerinden kabul edilmekteydi. XX. yüzyılın başlarında, ailenin bireylerinden kimi memur, kimi hariciyeci, kimi mebus, kimi de edip olmuştur. Şekip’in ailesi Dürzî kimliğini bırakıp İslam’a dönerek Arap-Osmanlı cemiyetinde isim yaptı.Büyük kardeşi Nesib (öl. 1927) edebiyat çevresi içinde yer alıp, Dünya Savaşı’ndan önce İttihat ve Terakki’nin faaliyetlerine karşı Arap protesto hareketine katıldı. Küçük kardeşi Adil Bey ise, İstanbul’da edebiyat fakültesini bitirdikten sonra 1914-16 yılları arasında Şuf kaymakamlığı, 1916-18 arasında Osmanlı Meclisi’nde mebusluk yaptı. 1925-26’da Suriyelilerin Fransızlara karşı verdiği bağımsızlık mücadelesine katıldı. 1946-49 yıllarında Suriye’nin ilk bağımsız hükümetinde bakanlık yaptı. 1954’te öldü.”( www.biyografi.net)


Türk Arap ilişkileri veya Filistin dramı  söz konusu olduğunda hiç okumadan, araştırmadan bazıları bir ezberi geveler: “oh olsun Araplar da bizi arkadan vurmuştu”.  Bu yanlış bilgiden ve politikadan şu anda uzaklaşılıyor . Bu politika  ülkemizin yalnızlaşmasına neden olmaktadır. Durduk yere düşman kazanmasına  sebep olmaktadır. Türkiye’ye hiçbir faydası yoktur;  tıpkı “Türkün Türkten başka dostu yoktur “ ifadesinde olduğu gibi. Dostsuz milletler sorunlu milletlerdir.Sömürge politikası gütmeyen bir milletin neden bir zamanlar kader birliği yaptığı milletlerle sorunu olsun?  Bir aydır TRT 2’de Osmanlı topraklarındaki milletlerin Osmanlılarla ilgili  görüş ve düşüncelerini içeren çok faydalı bilgiler sunuluyor. Ancak Türk- Arap ilişkileri kötü gitmedi mi? Elbette gitti.Ama bu genel değildir. Mevziidir. İttihatçıların hatası vardır. Emperyalistlerin, Arap ülkelerini Osmanlıdan koparmak için uyguladıkları böl parçala yut politikasının bunda tesiri vardır. Emir Şekip Arslan’ın hatıraları yanlış bilgileri düzeltmekte önemli bir kaynaktır.


“Lübnan’ın kendine özgü yapısı nedeniyle Fransa, İngiltere, Rusya, Almanya, Avusturya ve İtalya’dan oluşan altı devletin Osmanlı devleti ile yaptıkları anlaşma uyarınca Lübnan üzerinde gözetim hakkı vardı. Bu devletlerin ve özelikle  Fransa ile İngiltere’nin  Beyrut konsoloslukları, Lübnan’ın  Osmanlı meşrutiyet yönetimine katılmasına  ve İstanbul’a kendisini temsil edecek vekiller göndermesine şiddetle karşı çıkıyorlardı.” (shf 12) 

Kanuni Esasi birleşmeye ve  “işte siz tek bir ümmetsiniz”(23/52) ayeti gereğince hiçbir grubun üstünlük taslamadan yürümesine vesile olacağı yerde, yeni düzen sayesinde Osmanlı devletini meydana getiren değişik unsurların her biri mümkün olsun olmasın her türlü yola başvurup kendini devletten ayırmaya kalkışmıştır.” 

İttihat ve Terakki’nin adamları iyi niyetli(?) olmalarına(?) rağmen çok tecrübesizlerdi. Liderlerinin çoğu olayları tecrübe etmemiş hadiselerin içinde yoğrulmamış gençlerdi.-Kendileri için dahi- hiç beklenmedik bir anda hükümetin, idaresini başarıyla ele geçirmeleri başlarını döndürmüş, zafer sarhoşluğuna kapılıp başkalarını hafife almışlar ve her şeyi yapabileceklerini düşünmeye başlamışlardı. Önlerindeki en büyük bela Avrupa devletlerinin oyunlarıydı. Her biri Osmanlı Devleti içerisinde gözünü diktiği yerdeki ahaliyi kışkırtıyordu. Bu artık kronik bir hastalık haline gelmişti: “Ne yabancılar bu emellerinden vazgeçiyorlar, ne de ülkelerinde bu devletlerin nüfuzunu görme sözü alan yerli halk vesveseler peşinde koşmayı bırakıyordu. Yabancıların etkisini kırabilmek için, devletin daha güçlü, gelişmiş ve mutlu, ayrıca ekonomik bakımdan bütün büyük devletlerden üstün olması gerekiyordu.”  

Osmanlı  Devleti’ni oluşturan unsurların her biri farklı amaçlar peşinde koşuyordu.Ülkede önemli bir yekün oluşturan Rumlar kadim uygarlıklarının peşindeydi, her hareketlerini, biricik hedefleri olan İstanbul işgalini başlatmak  ve Türkleri Avrupa’dan  kovmak için yapıyorlardı. Ermenilerin tek hedefi Anadolu’daki eski yönetimlerini geri kazanmaktı. Bulgar ise Makedonya’yı yeni Bulgaristan yönetimine katmak istiyorlardı. 

Müslümanlara gelince; Türk, Arap, Kürt, Arnavut ve Çerkezi bir Millet olarak bir araya getiren tek bağ din bağıydı. Bu bağ olmasa devlet asırlarca önce dağılırdı. Ancak bir tarafta içerideki kötü yönetim, diğer yandan dış devletlerin oyunları, Arap ve Arnavutları da din bağına rağmen  Osmanlı Devletinden ayrılmak gibi  bir düşüncveye kapılmaya sevk etti.( shf 35) 

İttihatçılar batılılaşma eğilimli olduklarını gösterip dini meselelerde lakayt davranıyorlar, zaman zaman dine aykırı görüşler beyan ediyorlardı. (shf 37) 

OsmanlıDevleti aleyhine girişilecek her türlü hareketin Osmanlı Devletini zayıflatıp temellerini Sarsacağını, bunun da hem Araplara hem de Türklere zarar vereceğini düşünüyordum.(shf 45) 

Gittiğim her şehirde Türklerle Arapların birbirlerinden ayrılmalarının uygun olmadığını   ve devlete sımsıkı yapışmaları gerektiğini söylüyordum. Kendi menfaatleri için istismar etmek ve bu bölgeleri işğal edip sömürgeleştirmek maksadıyla Araplarla Türkler arasına  ayrılık tohumları ekmek isteyen  yabancılara karşı halkı halkı uyarıyordum. Yabancı devletlerin Suriye, Filistin ve diğer Arap bölgelerini paylaşmak için anlaştıklarını anlatıyordum.(Shf 63) 

Arap bölgelerinin Fransa ve İngiltere arasında paylaşılacağından kuşku duymuyordum ama o gün kimseye bunu inandırmak mümkün değildi. (shf 64) 

Devletin itibarının zedelenmesi sadece Türklere değil bütün Müslümanlara zarar veriyordu. Çünkü "nasyonalist" olduğumuzu göstermek için ne kadar  uğraşsak  da Avrupalıların gözünde tek bir millettik. Bu millete mensup kavimlerden birinin gözden düşmesi  Avrupalılar tarafından bütün Milletin hakir görülmesi için yeterliydi. (shf 65)  

Türkiye Çanakkale savaşında büyük orduları yendikten sonra, memlekette idareyi ele alanlar  her istediklerini yapabileceklerini zannettiler. Öyle anlaşılıyordu ki Cemal Paşa ekibi Suriye’deki Arap ruhunun hakkından gelme sözü vermişlerdi. Bu yüzden benzeri görülmedik bir siyaset uygulamaya başladılar. 

Cemal Paşa bazı kişileri Kudüs’e bazı kişileri de Anadolu’ya sürmüştü. Ama çok geçmeden kendilerini af etmiş  ve ülklelerine dönmelerine izin vermişti. Aradan bir yıl geçtikten sonra Cemal Paşa yeniden aynı uygulamayı başlattı. (shf 98) 

Sürgün olayına benzer bir durum Cemal Paşa’nın bazı kişileri idam etmesi olayıdır. Kanatimce Çanakkale zaferi olmasaydı  Cemal Paşa böyle bir şey yapamazdı.(shf 99) 

Cemal Paşa’nın Suriye’de takip ettiği siyaset, Osmanlı Devleti  ve İslam aleminin başına gelmiş en büyük felaketlerden biridir. Olayların birinci derecede sorumlusu Cemal Paşa’dır, ancak Talat ve Enver de ona istediklerini yapma fırsatını verdikleri için sorumludurlar.(shf101) 

Çanakkale zaferi, İttihatçı yöneticiler arasında  bir sarhoşluğa yol açmıştı. Bu sarhoşluk yüzünden hiç alışılmadık bazı kararlar aldılar. Kadınların peçe mecburiyetinin kaldırılması bunlardan biriydi. Suriye’nin Türkleştirilmesi ve Arap milliyetçiliğinin kökünün kazınması da bunlardan biriydi. Bunun için buldukları ilk yöntem, tanınmış bir çok ailenin kadınlı erkekli sürgüne gönderilmesi oldu. Böylece köklü aileleri güçten düşüreceklerini  ve Suriye’yi Türkleştirme hedefini  gerçekleştireceklerini  zannediyorlardı.(shf 119) 

Batı her zaman bölüyor iş odur ki Müslüman aklını kullana.



http://www.kriter.org/index.php?option=com_content&task=view&id=615&Itemid=52

--
Arşiv:
http://osmanlimodeli.blogspot.com